Storm of the Century

|

Yönetmen: Craig R. Baxley

Senaryo: Stephen King

Yapım: 1999 ABD, Kanada Süre: 240 Dakika / 4 Bölüm

Oyuncular: Jeffrey DeMunn, Casey Siemaszko, Colm Feore, Dyllan Christopher, Becky Ann Baker
Lise yıllarındayken sinema ve kitap arasındaki tercihimi genellikle kitaptan yana kullanırdım. Her gün dersten sonra kitapçı gezmek çok büyük bir keyifti benim için. Küçüklüğümde çok büyük bir Jules Verne hayranıydım, bulabildiğim bütün kitaplarını bir solukta bitirir yeni kitabını bulamadığım takdirde aynı kitapları tekrar tekrar okurdum. İlerleyen yıllarda merakım korku türüne kaydı. Bu tarzda okuduğum ilk eserler Gogol’ün masalsı korku hikayeleriydi. Yine kitapçı gezdiğim bir gün rafta bir kitap dikkatimi çekti, kapağında kocaman harflerle Hayvan Mezarlığı yazıyordu altında ise parantez içinde Gecenin Pençesi; ama en büyük harflerle yazarın adı yazılmıştı STEPHEN KING. Eve gider gitmez odama koşup okumaya başladım ve işte Stephen King fanatikliğim böylece başlamış oldu.

Stephen King’in kitaplarının aynı zamanda bir çok filme uyarlandığını da öğrenince bu sefer filmlerine dadandım. İlk izlediğim King uyarlaması film ise tabi yine Hayvan Mezarlığıydı. Lise yıllarında çoğu zaman evde haftalarca yalnız kalırdım, Hayvan Mezarlığını izlediğimde uzun bir süre geceleri divan, yatak gibi altında boşluk olan eşyalara yaklaşamadım, küçük Cage’in elinde neşterle “sana bir hediye getirdim” diye yatağın altından çıkacağı korkusuyla yaşadım o günlerde. Ondan sonra yer yatağında yatar oldum sürekli (tamam sonuncusu şakaydı)

Bulabildiğim King filmlerini tek tek izlemeye başladım. Bazı filmleri herhangi bir insan için dünyanın en kötü filmi olabilirdi ama ben hepsini gözümü kırpmadan izliyordum (Sadece bir tanesi hariç o da Mangler) Bu filmler içinde bir tanesi ise adeta pırıl pırıl parlıyordu 1999 yılında televizyon serisi olarak çekilen Storm of the Century, bizdeki adıyla Yüzyılın Fırtınası.



Yüzyılın Fırtınası televizyon için yapılmış olsa da en nitelikli King uyarlamalarından biri. Hikaye hemen her King eserinde olduğu gibi yine Amerika’nın Maine eyaletinde geçiyor. Anakaradan biraz uzakta Little Tall adasında yaşayan halk, yaklaşan büyük bir fırtınanın tehdidi altındadır. Daha önce birçok kez fırtınalara şahit olan ada sakinleri içten içe korku duysalar da “bu da gelir bu da geçer” diyerek adadan ayrılmazlar. Her ihtimali dikkate almaktan da geri durmazlar ve geceyi geçirebilecekleri sığınağı hazırlamaya koyulurlar. Bu arada kasabanın ücra bir köşesinde yalnız yaşayan yaşlı bayan Clarendon’ın yabancı bir konuğu vardır. Kapıdaki gizemli adam hiçbir şey söylemeden yaşlı kadını öldürür ve gayet rahat bir şekilde koltuğa kurulup televizyon izlemeye başlar. Çok geçmeden cinayet fark edilir ve bu sakin kasabanın market işleten, daha önce silah tutmaya hiç gerek duymayan şerif Mike Anderson adamı yakalamak üzere eve gelir. Gizemli adam hiç direnmeden teslim olur. Fırtına bitene kadar anakarayla bağlantı kurma ihtimali olmadığından onu marketin arkasındaki geçici hapishaneye koyarlar. Tüm uğraşlarına rağmen adam hakkında en ufak bir bilgiye ulaşamazlar. Tek bildikleri adının Linoge olduğudur. Gizemli adamın söylediği bir söz ise film boyunca bizi meraktan delirtir “Bana istediğimi verin ben de gideyim” Linoge’nin gelişiyle bu sakin kasabanın insanlarının kendilerinin bile unuttukları bazı günahları olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar. Linoge için aralarında fısıldadıkları “bu kim” sorusu yerini gitgide “bu nedir” sorusuna bırakır.

Filmdeki bazı olaylar size daha sonra yapılmış bazı filmleri çağrıştırabilir. Bunların başında Çağan Irmak’ın Ulak, Shyamalan’ın The Happening ve yine bir Stephen King uyarlaması olan The Mist geliyor.

Filmi izledikten sonra kitabını okumadığıma gerçekten çok sevindim çünkü “bana istediğimi verirseniz giderim” sözü yüzünden resmen filme kilitleniyorsunuz. Hatta çoğu yerde sinirlerinizin bozulup “ne istiyorsun sen be adam, söyle de kurtar bizi artık” demeniz mümkün zira ben bunu çok söyledim (Zira mı? Zira nedir?). Film 4 saat gibi çok uzun bir süreye yayılsa da hiç sıkmıyor ve merak duygusu bir an olsun yakanızı bırakmadığından ekran başında geçecek çok keyifli saatler hatta bir gün vaat ediyor. Tüm dünyadan soyutlanmış bir adada sadece sabahı görebilmeyi arzulayan ve iliklerine kadar korkuyu hisseden insanların çaresizliği sizi de sarıyor.

Ömer Temizkan



Kaynak: devilboy >>

0 yorum: