Pet Sematary

|

Yönetmen: Mary Lambert
Senaryo - Roman: Stephen King
Yapım: 1989 ABD Süre: 103 Dakika
Oyuncular: Dale Midkiff, Fred Gwynne, Denise Crosby, Miko Hughes



Pek çok aile için taşınmak yeni bir başlangıçtır. Ancak Creedler için bu, sonun başlangıcı olabilir. Çünkü taşındıkları yer çocukların göz yaşlarıyla yoğrulmuş Hayvan Mezarlığı’nın tam yanıdır. Bu mezarlık yeniden canlanma gücü olan gizemli yerlilerin gömülü olduğu toprakları barındırmaktadır.


Korku ustası Stephen King sizi ve Creedleri cehenneme götürüp geri getirecek. (Ama Creedlerin dönüş bileti yok). Bu korku dolu gezide rehberiniz, hayatın sırlarını ve “bazen ölümün bir kurtuluş olduğunu” bilen yaşlı Jud Crandall.”


Yönetmenliğini Mary Lambert’ın yaptığı 1989 tarihli bu gerilim filmi, şimdiye kadar yapılmış en başarılı Stephen King uyarlamalarından biridir (The Shining’den sonra). Daha önce edebi eserlerin beyaz perdeye uyarlanmasında yaşanılan başarısızlıkların aksine yapımcılar, kitabı çok başarılı bir şekilde perdeye aktarmakla kalmamış, romanın ruhunu yakalayabilmiş ve bu ruhu her biri duygusal karmaşa içeren görüntülere dönüştürebilmiştir. Bunun sonucunda etkili, yoğun ve gerilim dozu hayli yüksek, görsel ve duygusal açıdan mükemmellik seviyesine ulaşan ve izleyen herkeste iz bırakacak bir film ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bu başarıda konuyu istikrar ve beceriyle ele alan yönetmen Mary Lambert’ın payı büyük. Ancak, hayatın hemen her alanında olduğu gibi bu öncelikle bir ekip işi, farklı unsurların, farklı becerilere sahip kişilerin oluşturduğu bir bütündür. Bu gerilim filminde her şeyin zamanlaması mükemmeldi; Stephen King tarafından ustaca kaleme alınmış senaryo, belli bir stile sahip sinematografi / kamera çalışması, tüyler ürpertici müzik, mükemmel özel efektler, inandırıcı yönetmenlik ve muhteşem oyunculuk gibi farklı unsurlar mükemmel bir uyumu yakalamış ve bunun sonucunda son dönemlerdeki Hollywood yapımı sözde gerilim filmlerinin tamamını aşan, gurur verici bir yapım ortaya çıkmıştır (evet, merak ediyorsanız hemen belirteyim; “Scream / Çığlık” ve onun sayısız benzeri ve taklidini kastediyorum!.)


Filmin konusu, görünüşte hoş ve sakin bir taşrada yeni evlerine taşınan dört kişilik Creed ailesi etrafında döner. Ailenin reisi, muhtemelen otuzların başında genç bir doktor olan Louis Creed’dir. Louis, kasabada doktor olarak göreve başlayacaktır (sanırım ailenin taşınma sebebi de bu). Ailenin diğer üyeleri ise çocukluk anılarına saplanıp kalmış Louis’in eşi Rachel ve çocukları Ellie ile Gage’dir. Kasabanın bu yeni sakinleri için olaylar maalesef hiç de iyi başlamıyor: aile eve henüz ulaştığında kızları salıncaktan düşerek yaralanır ve 3-4 yaşlarındaki oğulları ise az kalsın bir kamyonun altında kalacaktır. Daha sonra Louis ilk iş gününde korkunç bir kaza sonucu kafatası ezilen genç bir yaralı ile karşılaşır. Ameliyat sırasında ölen genç adam Louis’in rüyalarına girerek kendisini bilinmeyen bir tehlikeye karşı uyarır (böylece olacakların işaretleri belirmeye başlanmıştır). Yaşanan her şey bir şekilde ormandaki bir yerle bağlantılıdır. Creedlerin evinin arkasında eski bir hayvan mezarlığına (film adını buradan alıyor) giden bir patika görürüz, keder ve paramparça çocukluk hayalleri ile yoğrulmuş olan bu yeri film karakterlerinden biri “…ölülerin konuştuğu yer” şeklinde tanımlar. Bir kamyonun altında kalarak ezilen ailenin kedisi Church, Louis ve yaşlı komşu Judd Crandall tarafından “hayvan mezarlığının” arkasında doğa üstü güçlere sahip olduğu söylenen eski yerli mezarlığına gömülür. Elbette ölü kedi geri döner ve terör estirmeye başlar. Bu noktada hayat cehenneme döner ve kalan bölümünde filmin temposu, klasik gerilim filmlerinin aksine yavaş yavaş düşmeye başlar. Pikniğe gittikleri bir gün ailenin oğlu bir anlık dalgınlık sonucu ölür; evlerinin önünden geçen bir hayli işlek yola çıkan çocuğa kamyon çarpar. Yaşadığı acı ve suçluluk duygusu ile Louis oğlunu hayata döndürmeye karar verir ve yeniden dirilmesi için eski yerli mezarlığına gömer. Ama hiç bir şey eskisi gibi değildir ve ölü oğlu geri döndüğünde Louis birden yaşlı adamın “bazen ölmek daha iyidir” derken ne demek istediğini anlar.



Bu ilginç ve aslında pek de sıra dışı olmayan konu, bir dizi dinsel ve felsefi soruları beraberinde getirir (film boyuncada birden fazla dile getirilir); örneğin “Ölümün arkasında yatan gerçek nedir?”, “Neden görünüşte masum insanların başına kötü şeyler gelir?” ve “Tanrı var mı?” gibi. Filmin tamamında kendi ölümlülüğümüz, ya da daha doğrusu ölümlülüğümüzü kabullenemeyişimiz / kabul etmek istemeyişimiz ve hayatta her şeyin aslında ne kadar da fani olduğu vurgulanır. Film ölümü, ölümü algılayış biçimimizi ve ölümsüzlük arayışımızı, ölümün nasıl da her şeyi aniden, hiç bir uyarıda bulunmadan ve arkasında büyük bir yıkım bırakarak alt üst ettiği gerçeğini sığ ya da yüzeysel şekilde değil, zekice ve derinlemesine irdeler. Filmin ana teması hiç şüphesiz “ölüm korkusu” ve ölümle aramıza koyduğumuz mesafe; ölümü kaçınılmaz bir son olarak görmeyi reddetmemiz ve sevdiklerimizin ölümünü kabullenmeyi ve göğüslemeyi reddedişimiz. Bunun yanında, filmde başka önemli noktalar üzerinde de durulmakta; kişinin kaderini sorgulaması ve değiştirmeye çalışması (bir yakının kaybedilmesi ve masumlara yönelik bu zalimce eylem sonucu Tanrıya duyulan nefret), çocukların yetişkinlere kıyasla doğa üstü güçlere daha açık olması ve şeytanlaşan çocuklar (hayat ve ölüm ya da ahlak anlayışı henüz gelişmemiş olanlar). Filmde ayrıca geçmişimizin hayatımız üzerindeki etkisi, anılara saplanıp kalmamız, bir zamanlar kaybettiğimiz yakınlarımızın acılarıyla kuşatılmış oluşumuz ve hayatımıza devam edemeyişimiz de irdelenen konular arasındadır.


Sonuçta, bu film benim favorilerim arasında (yani top 10 listemde) Romero´nun “Day of the Dead“’inden sonra gelmektedir. Duygusal ve entelektüel açıdan bir meydan okuyuş olan film boyunca koltuğun ucunda oturacak, bittikten sonra kendinizi bütünüyle arınmış hissedecek ve etkisinin geçmesini istemeyeceksiniz. Bu film gerilim klasikleri arasında yer alabilecek bir filmdir. Oyuncuların, özellikle de Gage rolündeki Miko Hughes’ın performansı tek kelimeyle muhteşem; çocuk oyuncunun yetişkin oyucularla kurduğu etkileşim gerçekten inanılmaz. Yapımcıların 4 yaşındaki bir çocuktan gerilim filmi tarihine geçecek derecede tehditkar ve ürkütücü bir karakter yaratmadaki başarısı da ayrıca şaşırtıcı.


Özetle: Hayvan Mezarlığı özel efektlerin, klostrofobik atmosferin ve kötü talihli bir baş karakterin yer aldığı karanlık, karamsar ve korkutucu bir film. Ayrıca tüylerimi diken diken eden ender filmlerden biri; eğer siz de gerilim seviyorsanız bu filmi izlemeniz kaçınılmaz.


BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?


- Rachel kamyondan indiğinde araç üzerinde “666” rakamları görülür.


- Yazar Stephen King filmde cenazedeki papaz olarak yer alır.


- Stephen King bu hikayeyi kızının kedisi Smuckey evlerinin önündeki otobanda ezilince yazmaya karar verir.


- Rachel’in ölen kız kardeşi Zelda’yı bir erkek canlandırır. Zira rol çok zayıf bir kızı gerektirir, ancak o kadar zayıf bir kız bulunamaz.


- “Church” rolü için 7 kedi kullanılmıştır.


- Stephen King filmin Maine’de çekilmesini ve senaryonun kitaba bütünüyle sadık kalmasını şart koşar.


- Rachel’in ailesinin evindeki resim Zelda’nın çocukken omurilik menenjiti geçirmeden önceki resmidir. Daha sonra Gage benzer bir kıyafetle (ayrıca kızıl saçlarla) görülür; burada Rachel’in en korktuğu şey, yani Zelda’nın Gage’in bedeniyle geri gelmesi anlatılmak istenir.


- Gage’e çarpan kamyonun geldiği fabrika Bucksport, Maine’deki International Paper (önceki adıyla Champion Paper) fabrikasıdır.


- Miko Hughes için endişe duyan yapımcılar anime yüz organlarının kullanılmasını gerektiren sahnelerde mekanik oyuncak bebek kullandı: 1) Gage’in kendisini öldüren kamyonun yanında durduğu 2) Gage’in Jud’un aşil tendonunu kestiği 3) annesinin gözünü oyduğu 4) ve babası tarafından vurulduğu sahneler. Bebeğin yüzündeki parlak görünüm dikkatlerden kaçmadı. Miko sette bebekle oynadığını hatırladığını söyledi.


Yazar: Devilboy



Kaynak: devilboy >>

0 yorum: