Seri, Zirve, Cinayet, Ölüm

|

Seri katiller, ölümden çok korkar. Bir ‘hiç’lik, ’sınırsız bir eylemsizlik’ uzayıdır ölüm onlar için. Oysa katilin bütün yaşamı ‘eylem’ üzerine kuruludur. Ve öldürmek bir katil için yapıp edilebilecek en güçlü eylemdir.
Eğer yaşamaya devam edemezse, ‘daha fazla’ öldüremeyeceğini bilir ve bu yüzden korkar ölümden. Her seri katilin bir zirve hayali vardır. Kendi yarattığı hayalle ilginç bir ilişki kurar katil. Ve giderek ona hem tutkuyla bağlanmaya, hem de ondan nefret etmeye başlar. Bu nefretin nedeni korkudur. Tıpkı ölüm korkusu gibi… Çünkü zirve en üst noktadır ve sonra aşağı doğru inmeyi gerektirir.


Theodore Robert Bundy, hayatını bir zirvede sonlanacak ‘öldürme eylemleri’ üzerine kurmuştu. Onun öznel tarihini inceleyenler, ‘tutku’nun bir anti-tez olarak biriktiği, sonra asıl tez olan ‘nefret’le birleşip ‘cinayet eylemleriyle’ senteze dönüştüğü ıssız bir yolda yürürler adeta. Bu yolculuk aynı zamanda dünyanın nesnel tarihinde kıyıda köşede kalmış hücrelere gizlenen suç-ceza diyalektiğinin bir katilin tarihine nasıl yansıdığının kanıtını verir size.


Evet başlangıçta suç vardır, sonra ceza. Suç olmadan ceza olmaz. Bununla birlikte suç, ceza kavramının toplumsal ya da yargısal baskısı altında büyüyen bir fenomen olarak aynı zamanda onun güdümlediği bir gerçektir. Biri diğerinden önce varolmakla birlikte birbirlerinin varlığını tamamlayan kavramlardır bunlar. Bundy’deki ‘tutku’ ve ‘nefret’ kavramlarının gelişimi, suç ve ceza diyalektiğinin tarihsel gelişimindeki sıradüzenden farklıdır ama yolun sonu sizi aynı senteze ulaştırır. Tek fark, tez ve antitezin yer değiştirmiş olmasıdır. Suç kavramını -ve daha çok da bu yazının konusu olarak- seri cinayet gerçeğini anlamak için Batı kültürünün 19. yüzyılın son dönemlerindeki toplumsal ve sanatsal gelişimini dikkate almak gerekir.



Yeryüzünü iyi ya da kötü yönde etkileyen pekçok icat gibi seri cinayet de ilk kez sistemli olarak Britanya topraklarında ortaya çıkmıştır. Tarihte, “kendine belirli bir zirve belirleyip bu noktaya ulaşan seri katil” tanımına uyan ilk isim Türkçe’de ‘Karındeşen Jack’ lakabıyla anılan Jack The Ripper‘dır. Karındeşen, 19. yüzyılın sonlarında Victoria İngilteresi’nde beş fahişeyi öldürüp kayıplara karışmış ve hiçbir zaman bulunamamıştır. Bu özelliği ile zirveye ulaştığı halde yakalanmayan ilk seri katil olmuştur. (Zirveye ulaştığı halde yakalanamayan ve şu anda yaşayıp yaşamadığı bile bilinmeyen bir diğer isim, kendine Zodiac Killer diyen ve 1960′ların sonlarında ABD’de dehşen saçan katildir.)


Karındeşen Jack dönemi, İngiltere’de sanayi devriminin beklenen sonuçları ölçeğinde toplumsal uçurumların büyüdüğü ve insan hayalinin iyi ya da kötü yönde geliştiği bir zaman dilimine karşılık gelir.


Devrimin ateşlediği bilimsel gelişim, edebi üretimin ufkuna da yansımıştır. Sherlock Holmes, Conan Doyle’un yarattığı hayal ürünü bir dedektif olarak cinayetlerin çözümünde kimya bilimini kullanmıştır. Öyle ki Holmes, ‘Forensic Sciences’a (Adli Bilimler) olan katkılarından ötürü bir asırdan fazla bir süre sonra İngiliz Kraliyet Kimya Derneği’nin ‘onursal üyelik’ ünvanıyla ödüllendirilmiştir.



Burada yapılan tespit, Holmes’un cinayet çözümü için kullanılan bilimlere yaptığı katkıdır. Oysa Holmes’un rakibi olan katillerin esinlediği cinayetlerin ‘Suç kültürü’ne yaptığı felsefesel ve bilimsel katkı gözden kaçmaktadır. Ayrıca -daha dramatik olarak- sonraki dönemlerde, özellikle pekçok sanatsal üretiminde sınırı aşan ABD üst kültürünün ‘crime’ ürünleri Holmes gibi sempatik dedektiflerden çok, insan avlayan ’serial killer’lar (seri katil) yaratmıştır. 1950′li yılların ünlü katili Ed Gein‘in suç işleme tarzının Psycho (Sapık),  Silence of the Lamb (Kuzuların Sessizliği)  ve Texas Chainsaw Massacre (Teksas Testere Katliamı) gibi sanat ürünlerini esinlediği söylenmiş, ancak bu ürünlerin de yeni gizli canavarları güdülediği gerçeği gözden kaçmıştır.


Bu tespit yoksunluğu ya da kasıtlı eğilim, ‘Sanat-Gerçek’, ‘Hayal-Eylem’, ‘Suç Teorisi ve Suç Pratiği’ kavramlarının birbirlerinden önce ya da sonra olmadıkları, aksine birbirlerini ‘a priori’lik ilişkisine girmeksizin ‘eytişimsel’ olarak etkilediği bilgisinin yokluğundan ileri gelmektedir.


Oysa bir cinayet, hayal edilmeye başlandığı andan itibaren bir anlamda hayata geçmiştir. Einstein’ın “Hayal gücü bilgiden önemlidir” sözü insan aklının kendi tercihleri ölçeğinde hangi yaratıcı yolculuklara çıkabileceğini haber vermektedir. Eğer ‘Adli Bilimler’ varsa, ‘Suç Bilimleri’ de vardır ve bu bilimlerden ikincisi özellikle günümüz ABD’sinin seçkincilikten yoksun ’sanatsal (!) üretiminin’ katkılarıyla her geçen gün daha da gelişmektedir.



ABD’nin başkenti ve çevresinde tedirginlik yaratan ‘Sniper’ın varlığı ve yakalanana kadarki göreli gücü, bu gelişimin son ispatıdır. Evet, Hollywood filmlerindeki katiller, gerçekteki katiller kadar işlerini hakkıyla yapmaktadır ama aynı Hollywood’un ‘Mass Production’ının (Kitle Üretim) sunumu olan FBI ajanları gerçek olaylar karşısında çaresiz kalmaktadır. Şu halde bize sunulan güç dengesi, yalan ve aldatıcıdır. Hollywood; iyi hayal edememektedir. Kendisine -ya da daha doğrusu Washington’a ait- sınırları daraltılmış bir gözden bakmaktadır ve kendisi de inanmadığı halde gördüğü şeyin gerçekliğini bilimden ve felsefi temelden yoksun safsatalarla tanıtlamaya çalışmaktadır.


ABD yönetimi, ‘Weapons of Mass Destruction’ (Kitle İmha Silahları) kavramının kötü ve yıkıcı bir gerçekliğini gündemimize zorla sokarken, Hollywood’un Tek Yönlü İletim esasına dayalı ‘Mass Production’ını ve onun üretime dönük olduğu halde sonuçları itibariyle yıkıcı unsurlarını görmezden gelmektedir.


Son olarak Sniper olayıyla başı derde giren ABD’nin seri cinayet olgusuyla tanışması neredeyse Britanya’nın bu konudaki ilk deneyimleri kadar eskidir.


Jack’in çağdaşı olan H. H. Holmes, 1890′ların son dönemlerinde 27 kişiyi öldürdüğünü itiraf etmiş ve böylelikle Amerika’nın, kayıtlara geçen ilk seri katili olmuştur. Ondan sonraki dönemde ise Axeman of New Orleans (New Orleans’lı Baltacı) lakabıyla anılan bir psikopat bölgede 1918 ve 19 yılları arasında dehşet saçmıştır. Bu dönemden sonra Earle Leonard Nelson, Carl Panzram, Albert Fish, Jake Bird, William Heirens gibi katiller ortaya çıkmıştır. William Heirens‘ın, rujla yazdığı şu cümle epey dikkat çekicidir: “Tanrı aşkına daha fazla insan öldürmeden yakalayın beni. Kendimi kontrol edemiyorum.”



Buradaki mesaj açıktır. Aslında Heirens, kendisini yaratan ABD sistemini hem suçlamakta, hem de o sistemden yardım istemektedir:
“Beni sen yarattın, şu halde öldürmek de sana düşüyor.”


Yalnızca kendi başına değil, çetesiyle birlikte cinayet işleyen bir başka seri katil Charles Milles Manson, ‘Western’ kültürünün kendi bünyesinden çıkardığı bir başka kimliktir ve sonra kendini yaratan sistemi yoketme dürtüsüyle yola çıkmıştır. Manson’ın bir aforizması da öldüren ile onu yaratan sistemin ilişkisine dair ipuçları vermektedir: “Look down on me, you will see a fool. Look up at me, you will see your lord. Look straight at me, you will see yourself. (Bana tepeden bak, bir ahmak göreceksin. Bana aşağıdan bak, efendini göreceksin. Bana direkt bak, kendini göreceksin.)


Manson, bireysel olarak, kendini yaratan kültürün yorduğu insanlardaki ‘öldürme potansiyelini’, bunun yanı sıra tabiyet hissini ve korkaklığı, en sonra da Hegel’ci bir tümevarımla aynıyet gerçeğine işaret etmiştir. Öldüren ve izleyen arasındaki çok ince çizgilerle ayrılan ve her an içiçe geçmeye hazır, tehlikeli ilişkiyi görmüştür Manson. Evet, ABD toplumunda öldürenlere tepeden bakılır, katiller dışlanır ama aynı zamanda gizil hislerle onlara imrenilir de… Ve eğer dürüst olursanız ABD sistemi ya da sistemin bireysel unsurları olarak gerçekle, hakkıyla yüzleştiğinizde ve Manson fenomenine alıcı gözle baktığınızda kendinizi görürsünüz.


Bugün ‘Sniper’ı izleyen kaç kişinin, onu toplum önünde ayıplarken kendi içinde ona özendiğinin hesabını kimse yapamamaktır. Açıkçası bu konudaki sezgi de görmezden gelinmektedir. Ama ‘Sniper’ın ortaya çıkışının hemen ardından ‘Ne kadar çok öldürürsen o kadar çok puan toplarsın’ yargısına dayalı bilgisayar oyunlarının popüler hale gelmesi; bu hesabın yapılmasını ve bu sezginin bilgi haline dönüştürülmesini gerektirmektedir. Aynı ABD sisteminin yaratıcı akılları (İki bilgisayarcı genç, çocukların bir suçu yok. Hergün medyada kendilerine verilen kodları kullanarak bir oyun yaratmışlar) başlaması muhtemel Irak operasyonunu şimdiden bilgisayar oyununa dökmüştür. Oyunun son hamlesi Saddam Hüseyin’in bulunduğu yerde vurulup öldürülmesidir.



Sonuç olarak suçla olan imgesel bağ ve suçun gerçekliği ABD’nin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası teknolojik ve bilimsel deviniminin yadsınamaz bir parçasıdır. Tıpkı, Sanayi Devrimi’yle İngiltere’de yaşanan gelişmelerin, ’seri cinayet’ kültürünü esinleyen en önemli yapıtaşlarından biri olması gibi…


Yeni Dünya’nın kuzey yarısı, bağımsız bir ülkeye dönüştüğü dönemden beri toplumsal düzlemde silahla içiçe bir yapı sergilemektedir. Ancak bu kalıt, son yıllarda sıradışı bir ivme kazanmıştır. Bugün 300 milyon nüfuslu ABD’de 200 milyon silah vardır. Eyaletlerin yasaları, silah edinilmesinde herhangi bir engel görmemekte; böylesi bir engel oluşturulmasını öngören kanunların çıkarılması ile ilgili girişimler de her defasında, silah lobilerinin ve büyük itibarı olan resmi silah derneklerinin Beyaz Saray’daki telkinleri nedeniyle yaşama geçmemektedir.


Sivil hayatta silah bulundurma ve taşımanın bir hak olduğunu iddia eden bu derneklerden en büyüğünün başkanlığını ‘Ben Hur’ ve ‘The Ten Commandments’ (On Emir) filmlerinden tanınan Hollywood yıldızı Charlton Heston yapmaktadır.


ABD’de sadece 1996 yılında 14 bin cinayet işlendiği bilgisi, ülkedeki silah ‘kültürü’nün gerçekçi yansımasını gözler önüne sermektedir.



Bu yansıma o kültürün ileri bir noktasıdır. Ama ne yazık ki zirvesi değildir. Seri katiller zirvede hata yapmaya başlarlar. Böylece tırmanış son bulur. Pekçok seri katilin, önünde sonunda yakalanmasının nedeni budur. Oysa ’suç kültürü’nün tırmanışı sürecek gibi görünmektedir.


Theodore Robert Bundy‘nin zirvedeyken söylediği o ahkam dolu ve küstah söz, bu tırmanışın süreceğine yönelik sezgiyi bir seri katilin ağzından doğrulamaktadır: “Biz -seri katiller- sizin oğlunuzuz, kocanızız, biz her yerdeyiz. Ve gelecekte daha çok çocuğunuz ölmüş olacak.”


Seri Katillerden seçme sözler!..


Fahişeleri öldürmek bende saplantı olmuştu. Kendimi durduramıyordum. Uyuşturucu gibiydi.”
Peter Sutcliffe


“Ben sadece sokakları temizliyordum.”
Peter Sutcliffe


“İnsanlar kurtçuklara benzer. Küçük, kör ve değersiz.”
David Smith


“Bana göre bir ceset, canlı bir bedenin taşıyamayacağı bir güzellik ve saygınlık taşır.”
John Christie


“Ölümlere sebep olan rüyalar üretiyordum, benim suçum buydu.”
Dennis Nilsen


“İnsanların dikkatini çekecek ve dünyayı ayağa kaldıracak bir suç işlemek istiyordum.”
Susan Atkins


“Ben kimseyi öldürmedim, kimseyi öldürtmedim, bıçaklarıyla üzerinize gelen çocuklar, onlar sizin çocuklarınız, onlara ben öğretmedim. Siz öğrettiniz.”
Charles Manson


“Bana yukarıdan bakarsanız aptalın tekini görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız tanrıyı görürsünüz. Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz.”
Charles Manson


“Bana kadın düşmanı olarak hitap etmeniz beni derinden yaralıyor. Değilim, ben bir canavarım. Ben Sam’ın oğluyum. Ben küçük yaramaz bir çocuğum.”
David Berkowitz


“Onları incitmek istemedim. Onları sadece öldürmek istedim.”
David Berkowitz


“Ben hasta bir insanım bunu biliyorum. Normal biri benim yaptıklarımı nasıl yapabilir? Sanki içimde başka biri var gibiydi.”
Albert de Salvo


“Fahişeleri öldürmek istemedim, fahişeleri severim.”
Albert de Salvo


“Belki bir parça tuhafım.”
George Joseph Smith


“Bir palyaço bile katil olabilir.”
John Wayne Gacy


“Disneyland’da görüşürüz.”
John Wayne Gacy


“Her insanın kendi zevkleri vardır. Benimkide cesetler.”
Henry Blot


“20 kişiyi öldürdüm. Kanı severim.”
Richard Ramirez


“Zamanımı gerçekten boşa harcadım.”
Jeffrey Dahmer


Son sözleri (cellâdına)
“Acele et. Sen etrafta ahmakça dolaşırken, ben bir düzine adamı asardım.”
Carl Panzram


“Yaşayan bedenindeki soluğu hissediyorsun. Onların gözlerine bakıyorsun. Bu pozisyondaki insan tanrıdır.”
Ted Bundy


“Yaşama ve ölüme hükmetmek istiyorum.”
Ted Bundy


“Bir insanın ölüm ve yaşamına karar verebilme gücünden daha büyük ne olabilir ki?”"
Ted Bundy


“Ben şimdiye kadar karşılaştığınız en soğukkanlı katilim.”
Ted Bundy


“Bazen kendimi vampir gibi hissediyorum.”
Ted Bundy


“Biz seri katiller sizin oğlunuzuz ve sizin kocanızız biz her yerdeyiz. Ve gelecekte daha çok çocuğunuz ölmüş olacak.”
Ted Bundy


“Sokakta yürüyen güzel bir kız gördüğünde ne düşünürsün? Bir tarafım onunla flört etmeyi, onunla iyi vakit geçirmeyi, diğer tarafım ise kazığa geçirilmiş kafasının nasıl duracağını düşünür.”
Edmund Kemper


Kaynak: devilboy >>

0 yorum: