Nekromantik

|

Yönetmen: Jörg Buttgereit
Senaryo: Jörg Buttgereit, Franz Rodenkirchen
Yapım: 1987, Almanya Süre: 75 Dakika
Oyuncular: Daktari Lorenz, Beatrice Manowski, Harald Lundt, Colloseo Schulzendorf



Kazalardan sonra kaza mahalini temizleyen JSA adlı bir şirkette (!! Jesetleri Seven Adamlar, nası şirket bu ya özelleştirmenin böylesine pes doğrusu?) işçi olarak çalışan bir genç adamın ölüler ve ölü iç organları ile ilgili saplantılı bir bağı vardır. Kaza yerlerinde buldukları cesetlerin ufak tefek parçalarını çaktırmadan eve getiren adamın en az kendisi kadar sapık bir de kız arkadaşı vardır. Bir gün bir çayırlıkta çürümüş bir ceset bulunur ve adamımız cesedi çaktırmadan komple yürüterek işleri büyütmeye karar verir. Cesedi eve getiren adam sevgilisinin takdiri ve sevinç gösterileri ile karşılanır. Cesetle üçlü sevişme yapan ve bundan büyük keyif alan sevgililerin arası, adamın işten kovulması ile açılır. Artık eve ölü arkadaş getiremeyecektir. Bu duruma bir hayli bozulan kız arkadaşı, adamı cesetle aldatır ve cesetle birlikte evi terk eder! Bundan sonra bunalım dolu günler adamı beklemektedir.


Hayatımda izlediğim en iğrenç, en mide bulandırıcı film.


Bu film çok uzun zamandır arşivimizde duruyordu. Başımıza ne geleceğini az çok kestirdiğimiz için bir türlü elimiz izlemeye gitmiyordu. Korkunun ecele faydası yok deyip, başımıza gelecekleri kabul ederek, en sonunda dvd player’a verdik, ki vermez olaydık. Bu kadarını beklemiyorduk. Bu film bir mide kanaması gücünde.


En son bu derece bir mide bulantısı geçirdiğimde sabah kahvaltısında Eli Roth’un ilk filmi “Cabin Fever”i izliyordum. Melemen vardı ve biraz da az pişmişti. Sabahın körü, az pişmiş melemen ve ortalama üstü Eli Roth iğrençliği bir araya gelince kahvaltı bitmez bir hal almıştı. Bu kez, bünyeye film dışında bir başka mide burucu girdi almamamıza ve kulüp rakısı gibi filmi kuru kuru tüketmemize rağmen mide bulantısı çok daha feci oldu.


Üçlü sevişme sahnesi hayatımda gördüğüm en iğrenç şeydi. Umarım böyle birşeyi bir daha görmem. Filmin bu sahnesi dışında, sondaki intihar sahnesini saymazsak bu kadar yoğun mide bulantıcı halleri yok aslında. Var tabi ki ama belli bir düzeyde ve tonda devam eden bir bulantı bu. Sevişme sahnesiyle bomba gibi patlayan mideler, akabinde korku dolu, her kapının ardından iğrenç bişey çıkacak beklentisiyle yankılı bir bulantıya dönüşüyor. Türlü irili ufaklı iğrençlikler ile film mideleri sonuna kadar çalkalamayı başarıyor. En sonunda da bir yanardağ patlaması gibi patlayarak :) izleyiciyi kusmaya sevk eden muazzam bir kapanışla kapanıyor. Bu filmi bana hiçbir güç bir daha seyrettiremez.


Kişilik korkusu dediğimiz, bu ayrık karakterlerin tüm detaylarıyla sergilenen iğrenç yaşantılarının haricinde film, iç organ, kan, irin, her türlü vücutsal ifrazat vs göstermekten çekinmiyor. Korku filmi sevenlerin bu tür aparatlar görmeye az çok alışkanlığı ve bağışıklığı vardır. Ancak bu filmde bu unsurlar kişilik korkusu etrafındaki çiçekler gibi kullanıldığı için mide bulantısı dayanılmaz oluyor. Henry gibi bazı kişilik korkusu filmleri, hiç gore unsuru kullanmasalar da benim için zaten hali hazırda en mide kaldırıcı türdür. Nekromantik ise kişilik korkusunun yanı sıra izleyiciye tükketirdiği gore unsurları ile mide bulantısını bir üst seviyeye çıkarıyor ve film boyunca orada tutuyor.


Efektlerin nasıl bu kadar iyi olduğunu, filmin yapım kalitesine (kalitesizliğine) baktığımızda anlayabilmek çok zor. Kimi kaynaklar, bu filmde efekt kullanılmadığını, cesetlerin ve organların gerçek olduklarını, başroldeki ikilinin de gerçek ölüseviciler olduğunu söylese de, ben buna inanmıyorum. Kült filmlerin bu tür rivayetlere gebe olması normaldir. Peter Jackson’un Bad Taste filmindeki çeneden yukarısı kopan elemanın bir benzeri bu filmde de vardı ve gayet güzel yapılmıştı. O gerçek bir ceset olmadığına ve bu denli iyi göründüğüne göre, geri kalan efektleri de yapmakta zorlanacaklarını sanmıyorum.


Film o kadar absürd ki her şeyin ötesinde komik olmayı dahi başarıyor. (Adamın elinde bağırsaklarla - ya da ciğer bilmiyorum, kırda romantik bir müzik eşliğinde koşturduğu rüya sahnesi gibi). Müzikleri kim yaptıysa helal olsun diyorum, love story’nin müzikleri bile bu kadar romantik değil. Film de zaten, genel havası itibarıyla daha çok bir aşk ve terk ediliş öyküsünü andırıyor. Bu durumda da, örneğin sevişme sahnesinde olduğu gibi, sanki iki sevgili arasındaki romantik bir birleşme anlatılıyormuş gibi anlatılan, oysa ki biririnin çürümüş bir ölü olduğu üçlü bir sevişmede bu durum acayip bir tezat ortaya çıkarıyor. Bazı sahneler bana Anayurt Oteli dolayısıyla çok tanıdık geldi. İntihar sahneleri ve her iki filmin de ortalık yerinde gereksiz gibi görünen ve aslında kahramanın toplumsal ayrıklığının çok da fersah fersah ayrıksı olmadığını vurgulayan sinema sahneleri gibi.


Bu filmi izleyebilmek için sağlam mideye sahip olmak ve en son yediğiniz yemeğin üzerinden belli bir süre geçmiş olması öncelikli koşullar olmalı. Her ne kadar filmi beğendiysem de, eğlenceli ve faltaşı kıvamında izlenilebilir bulduysam da ve kült mertebesinin hakkını sonuna kadar teslim ettiğini düşündüysem de, izlemenizi tavsiye etmiyorum. Kişilik korkusu kolay tüketilebilir bir tür değildir. Bundan önce daha hafif, daha kolay tüketilebilir, Henry: Portrait of A Serial Killer gibi filmleri izleyin, daha sonra bu anti-ortodoks ve çarpık nekrofili öyküsünü izlemeyi deneyin.


Gökhan Toka



Kaynak: devilboy >>

0 yorum: