They Live

|

Yönetmen: John Carpenter
Senaryo: Ray Nelson, John Carpenter
Yapım: 1988, ABD Süre: 93 Dakika
Oyuncular: Roddy Piper, Keith David, Meg Foster, Peter Jason, George Flower



… Doğduktan ölene kadar tepemize çullanan sahiplerimiz… Sahiplerimiz… Onlara aitiz, onların emrindeyiz, onlar bizim efendimiz. Uyanın!!! Onlar çevremizde, Onlar içimizde…


They Live “Yaşıyorlar” John Carpenter’ın The Fog, Escape From NewYork, The Thing ve Christine gibi başyapıtlarından sonra, düşüşe geçtiği söylenen yıllarında yaptığı bir film.


Filmimizin kahramanı Nada yaşadığı şehirde çalıştığı işyeri kapanınca işsiz kalır ve çantasını sırtına alıp yollara düşer. Gittiği her yerde iş bulmak için çabalayan Nada’nın şansı pek yaver gitmez ve kapılar bir bir yüzüne kapanır. Geceleri sokaklarda kalan kahramanımız bir inşaatın yanından geçerken yine şansını denemeye karar verir ve konuşma kabileyetinin (!) de yardımıyla inşaatta çalışmaya başlar. Nada’nın kalacak bir yeri olmadığını anlayan Frank isimli bir işçi Onu kendisiyle birlikte yaşadığı yere gelmeye ikna eder. Frank barakalardan kurulu ve maddi olarak son derece kötü durumda olan insanların ortaklaşa yaşadığı bir mahallede kalmaktadır.



Ülkedeki ekonomik kriz her geçen gün daha da büyür. İnsanların en büyük sorunu ve şikayetçi oldukları konu işsizliktir fakat ortada bunun dışında ters giden bir şeyler olduğu aşikardır. İnsanlar boş zamanlarını televizyon karşısında geçirirken televizyonda sürekli olarak bolluktan, zenginlikten bahseden, insanları yaşadıkları dünyadan uzaklaştıran, onları adeta hipnotize eden yayınlar yapılmaktadır. Televizyon frekanslarına girmeyi başaran bir adam ise sürekli olarak insanları büyük bir tehlikeye karşı uyarmaktadır. Bu adam kaynağı tespit edilemeyen sinyaller aracılığıyla insanların kontrol altında tutulduğunu iddia etmektedir. Peki insanları etki altında tutan ve aslında her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını sağlayan bu varlıklar kimlerdir ve onlarla baş etmemiz mümkün müdür?


Nada rolünde profesyonel güreşçilik yapmış bir isim Roddy Piper yer alıyor. İri cüssesiyle her şeyin üstesinden gelebilecek gibi görünen “Rowdy”nin harika bir oyunculuk çıkardığını söylemek elbette imkansız ama bu rol için biçilmiş kaftan olduğunu da görmezden gelmek olmaz diye düşünüyorum.


Filmin göze çarpan en büyük eksikliği kuşkusuz bütçesinin kısıtlı olmasından kaynaklanan görsel efektlerdeki ucuzluk. Yaratıkların gerçek yüzlerinin göründüğü sahnelerin siyah beyaz olması herhangi bir sanatsal kaygıdan kaynaklanmıyor. Amaç oldukça ucuza kaçan makyajların belirginliğini azaltmak. Tabi bu şartlarda filmin değeri biraz daha artıyor.


Bu evrende yalnız mıyız sorusuna değişik bir bakış açısı getiren They Live, John Carpenter’ın aramızda dolaşan dünya dışı varlıklar konulu filmlerinden biri. Bir korku filmi sever John Carpenter’ın hiçbir filmini kaçırmamalıdır ama bu film içerdiği sosyal eleştiri ile de ayrı bir yeri hak ediyor.


Ömer Temizkan



Kaynak: devilboy >>

Son Durak Hakkında

|

Amerikan Gerilim sinemasında seri katilleri, zeki ve idealist FBI ajanlarını çok gördük, ama ölüme “şeytani bir kimlik” yerleştiren tek film belki ‘Final Destination’ serisi oldu..Ölüm insan kanalıyla değil, insani zekanın planlayamadığı kanallardan geliyor, her bölümünde önsezileri çok güçlü olan ikincil karaktere hissettirilerek. Bunu yapması çok doğru bir karar çünkü sadece gerçekten hissedebilseydik yaşardık o panik durumunu. İkincil karakter dedim çünkü ana karakter “ölüm”..


Asıl tehlike de, başka bir insan bir şekilde bireysel korunmalarla engellenebilirken, son anın nerede ve ne zaman geleceğinin bilinmemesi, bir bardağın bile ölümünüze sebep olabileceğini düşünün.Filmde sıralamayı az çok tahmin edebiliyoruz ama düzeneği çözmemiz zaman alıyor. Objeler zincirleme düzeneklerle tahmin edilmesi imkansız şekilde ölüme sebep oluyor.her şey tehlikeli, her obje potansiyel katil.Kurban mıyız yoksa çaresiz mi yada sadece kaderimizin çizdiği yolda kaçışımız mı yok. (Neden bu seride ölüm asla bir başka insanın planıyla gelmiyor diğer gerilim filmlerinde olan klişelerdeki gibi, yada belki gelecek ama başrol oyuncumuz bir insanı bu şekilde kullanmayı basit buluyor)


Biz insanlar, asırlardır kutsal kitaplar yolu ile bize anlatılan kaçınılmaz son için hazırlıklı olmamız hakkındaki uyarıları, Cennet Cehennem figürlerini tasvir ederiz, bizler ölümden çok ötesinden korkan ve hazırlıklı olmak için bireysel düşüncelerimizle kendimizi yönlendiren varlıklarız.Filmde de anlatıldığı üzere, yaşımız genç ise hep önümüzdeki uzun yıllar için olabileceklerin planlarını yaparız, ya onun planı?


İnsanoğlu kontrolü dışındaki mekanizmalardan hep korkmuştur, depremler,yangınlar,sel baskınları,hastalıklar ve her ne olursa olsun bu korkular ölüm korkusundan önce başka korkuları çağrıştırır: Bu yaklaşıma basit örnekler vereceğim: asıl korku “ölmekten beter olmak tabiri” mesela, enkaz altında kalmak, yangından birinci derece yanıklarla kurtulmak, ölümcül bir hastalıkla yaşamak görüldüğü üzere insanların ölümden önceki korkusu bu.Ölümden sonraki korkuları ise az önce bahsettiğim dini motifler.



Seri, izleyicide bu kavramların ortasına yani önceki ve sonraki korkuların arasına “şu an” kavramını alıyor, ana karakterlere yakın ama beklenmedik bir zamanda öleceği paniğini bir giysi gibi giydiriyor, dolayısı ile izleyici, arenada sonu ölüm olması en büyük ihtimal olan gladyatörü izler gibi bekliyor kaçınılmaz olanı, nede olsa bu bir film ancak gerçekle kesişen bir düzlemde izleyicinin bilinçaltı ile karakter yer değiştiriyor ve istenmeyen yüzleşmenin başladığı nokta bu kaçınılmazlığı kabullenmek.


Filmi teen-slasher türünden ayıran çizgi de bu yüzleşmenin başladığı yer.Başrolde ölümün oynadığı bir film. Filmin tartışmasız belirgin teması “ölümün bir planı olduğu” dolayısıyla “insan-ölüm” karşılaşmasında adil olmayan bir işleyiş, insan masum (kurban) ölüm katil (suçlu). Bu çok tartışılması gereken bir konu. Hayat eğer bir ödül ise, ölüm bir bedel mi?..


Şimdi bunu bir paradoxa çevirelim: Hayat bir başlangıç, ölüm bir son, başlangıçta ödül olarak aldığımız hayat, sonda bizimle oyun oynayan tuzağa düşüren ölüm vasıtası ile bedel mi ödetiyor?. Bedeli var ise “ödül” olamaz ama? Elbetteki hayır, bu paradox hatalı (Bknz: Kutsal kitaplar)


Sinemada serilemeler her zaman risklidir, her serinin 2. bölümü bir çok kriterleri göz önüne alınarak, bir önceki ile karşılaştırılır. İlk bölümü başarılı olan bir film, devam filmi ile birlikte gelecek olumlu yada olumsuz tepkilere açık hedef haline gelmiş demektir.Bu anlamda seri, devam serileri içinde en başarılılarından biri aynı zamanda en şanslılarından, konseptin gerektirdiği beklentilerin hep aynı yüzeyde kalabilmesinin yadırganmamasından dolayı bunun bir avantaj olduğunu düşünüyorum.Senaristlerin tek yapması gereken başrol verdikleri ölümün planında permütasyonlar yapmaları, bir şekilde temaya dokunmadan işleyişi değişken gerçeklik yüzeyine oturtmaları.


Filmin diğer bir avantajı, özgün bir klişe yaratmış olması ve bu klişenin farklı filmlerle taklit edilebilmesi mümkün değil, düşünsenize hangi film ölümü bir seri katil kimliği ile farklı şekilde verebilir ki? Seri daha ne kadar sürer bilmiyorum ama, şahsen Son Durak ‘ ı bir devam filmi olarak görmeyi isterim, ancak “son durak” a geldiğimi görmeye henüz hazır değilim. Tanrı bizi önsezilerden korusun..


Melisa Aydın


Kaynak: devilboy >>

Dr. Tongue - Day Of The Dead

|

Ürün Adı : Dr. Tongue - Day Of The Dead
Diorama Dizayn : Alternative Images
Referans Film : George Romero’s Day of the Dead
Yapım Yılı : Ağustos 2005
Ölçü : 1:6 (30 cm)


Sitemizde kendi hazırladığımız dioramalar dışında başka dioramaların tanıtımını da yapacağımızı belirtmiştik. Tanıtacağım bir diğer diorama da müzelerde sergileme kalitesinde yapılmış yine bir Zombie dioraması. Bir base’in üstüne oturtulmuş diorama Alternative Images tarafından 2005 yılında tasarlanmış. Ürün ince el işçiliği ile önce resin maddesinden üretilmiş sonrada ustaca boyanmış. Resimlerde de görüldüğü üzere gerçekten mükemmel detaylara sahip bir Dr.Tongue dioraması. Zombiseverlerin hayranlıkla baktığına eminim bu dioramalara..





Kaynak: devilboy >>

Lucio Fulci’s ZOMBIE

|

Ürün Adı : Lucio Fulci’s ZOMBIE
Diorama Dizayn : William Paquet
Referans Film : Zombie Flesh Eaters
Yapım Yılı : Nisan 2006
Ölçü : 1:6 (30 cm)


Sitemizde kendi hazırladığımız dioramalar dışında başka dioramaların tanıtımını da yapacağımızı belirtmiştik. Tanıtacağım bu diorama müzelerde sergileme kalitesinde yapılmış bir Zombie dioraması. Bir base’in üstüne oturtulmuş diorama William Paquet tarafından 2006 yılında yapılmış. Şu an hala satışta olan ürün çok özel bir ürün ve tabiiki ona göre de fiyat biçilmiş. Ebay’de 250 dolara kadar alıcı bulan ürün ince el işçiliği ile önce resin maddesinden üretilmiş sonrada ustaca boyanmış.Resimlerde de görüldüğü üzere gerçekten mükemmel detaylara sahip..





Kaynak: devilboy >>

Plane Dead

|

Flight of the Living Dead (PLANE DEAD)
Yönetmen:
Scott Thomas
Senaryo: Sidney Iwanter, Mark Onspaugh, Scott Thomas
Yapım: 2007, ABD Süre: 89 Dakika
Oyuncular: David Chisum, Kristen Kerr, Kevin J. O’Connor, Richard Tyson, Erick Avari, Derek Webster, Todd Babcock


Tam adıyla “Flight of the Living Dead: Outbreak on Plane” olan, ayrıca “Plane Dead” adıyla da anılan filmin senaryosu Sidney Iwanter, Mark Onspaugh ikilisinden çıkma. Yönetmeni ise Scott Thomas.


Adından da anlaşılabileceği gibi bir zombie denemesi olan film, uçakta geçiyor. Klasik olarak doktorların hayat uzatma çalışmaları yapma amacıyla buldukları bir virüsün insan vücudunda farklı bir tepkimeye girmesi ve insanı öldürüp tekrar diriltmesi olayı var. Araştırmaların yapıldığı bir doktorun eşi Amerika’dan Avrupa’ya uçakla nakledilmektedir. Amerikan hükümetinin de arkasında olduğu bu nakil esnasında, bedenin konulduğu kapsül uçağın türbülansa girmesi sonucu açılır ve filme hareket gelir. Önce uçağın kargo bölümündeki güvenlik elemanını kendi safına çeken zombi zamanla uçaktaki tüm yolcuları tehdit etmeye başlar..ve zombie filmlerinin klasik akışıyla film devam eder.


Filmden bir sahne;



Çevirmenin hatası mıdır, yoksa filmin saçmalaması mıdır bilemem ama bazı noktalar tuhaf duruyor. Uçağın rotası Paris’tir ancak bir konuşma esnasında “Londra’ya iniş yapılacağının bahsi geçer”, uçağın kalkışı sırasında pilot ile co-pilotun konuşmaları esnasında uçakta bir silahlı adamın olduğu sözü geçer (kargo kısmındaki güvenlik elemanından bahsediliyor) ancak zombiler ortalığı kan gölüne çevirmeye başlayınca uçakta 2 silahlı adam daha peydah olur. Bir de yıl olmuş 2008, güzel kardeşlerim, zombinin atraksiyonundan hiç mi haberiniz olmaz. Kaç senelik mevzu bu! Hep vıcık vıcık aşk filmleri mi izlemiş bu yolcular. Sürekli ısırılanların yanlarında duruyorlar, ısırılanları hala zombilerden korumaya çalışıyorlar. Zombie filminde mantık aramak da benim ayıbım olsun. Her zombie filmi gibi eğlenceli bir film. Sevenler izlesin..


Koray Aykanat


http://www.planedeadthemovie.com



Kaynak: devilboy >>

Haunted Highway (Death Ride)

|

Yönetmen: Junichi Suzuki
Senaryo: Junichi Suzuki, Koji Steven Sakai
Yapım: 2006, ABD Süre:84 Dakika
Oyuncular: Rand Gamble, Hinano Yoshikawa, Laura Putney



Vay canına! DVD kapağı nasıl da şık duruyor. Yönetmende de Japon tipi var gibi sanki, değil mi, Suzuki falan. Açıkçası bu filmi ilk gördüğümde, Japon bir korku filminin aynı yönetmen tarafından tekrar çekimi falan sandım. Ve aldım. Almaz olaydım. İşte, korku filmlerine komedi unsurlarını neden katıyorlar? Çünkü düşük bütçeyle inandırıcı bir korku filmi yapabilmek bilek ister. O yetenek de herkeste yok. O nedenle komedi katılıyor ki, “aaa biz aslında iddalı değiliz canım, dalga geçiyoruz” deyip kötü film yapma riskinden kurtulunsun. Ama daha önce de belirttiğim üzere özellikle amerikan sineması, ister hollywood kökenli olsun, ister bağımsız, bu on yılda komedi-korkuya pek tenezzül etmiyor ve saf korku üzerine gittikçe gidiyor. Hollywood uzakdoğudan çalıyor, eski ciddileri çekiyor. Buna karşılık bağımsız amerikan ise kendi üretimi ciddiler yaratmaya çalışıyor. Ama eline yüzüne bulaştırdı mı da tam bulaştırıyor. Arası yok gibi birşey, ya iyi ya kötü oluyor sonucu. Haunted Highway ise kötü ötesi.


Araştırdım, yönetmen aslında yönetmen değil, Amerikadaki Japon sermayeli küçük bir film şirketinin sahibiymiş. Hadi film çekelim demişler, bunu etmişler. Oyunculuklar ve senaryo tek kelimeyle KORKUNÇ. Bir adam kazayla karısını öldürüyor (itişirlerken kadın düşüyor aslında - biliyorsunuz kadınlar çiçektir, yere düşünce ölürler) sonra da “karım düştü kafayı vurdu öldüüüü” demek yerine polise, kadının cesedini bagaja atıp yollara düşüyor. Ondan sonra bütün film arabada, adamın saçma sapan gerilimini seyrederek geçiyor. Hey beni takip mi ediyorlar, bu kim, o kim, allahım hayal mi görüyorum. EEEEH. Öldürdüysen öldürdün kardeşim, bir rahat dur, gerilecek ne var, madem yaptın bi halt sür arabanı yak sigaranı yürü git işte. Adam gereksiz yere, Evil Dead‘deki Bruce Campbell’in abartılı (o film için gerekliydi) oyunculuğunun kötü bir klonunu sergiliyor.


Bütün film boyunca da bu oyunculuğu izlemek “çile” kavramını bile kifayetsiz bırakıyor. Filmin geri kalan kahramanları da maşallah yeteneksizlik açısından adamdan geri kalmıyorlar. Flashbackler hele, en dayanılmaz olan bölümleri. Adam cesedi atmak için bütün gece araba kullanıp bilmemne gölüne gidiyor, maşallah adamın tüm hayatı sanki dokuz saat mesafedeki o bilmemne gölünde geçmiş: orada tanışmış, evlenmiş, karısını orada aldatmış her bir haltı orada yemiş, nedense tüm flashbackler orda geçiyor. Bu film, ucuzluk ve kötülük abidesi. İbret olsun diye yüksekçe bir yere çivilemek lazım. Ya da dolmuşçulara verebilirim, parasını vermeden seyahat eden kaçak yolculara gerilim saçsın diye dikiz aynasına assınlar. Death Ride Baby! Ben bu filmi nasıl sonuna kadar izledim ya!! Bazen kendime inanamıyorum.


Gökhan Toka



Kaynak: devilboy >>

Alphabet Killer

|

Yönetmen: Rob Schmidt
Senaryo: Tom Malloy
Yapım: 2008, ABD Süre:80 Dakika
Oyuncular: Eliza Dushku, Cary Elwes, Michael Ironside, Bill Moseley, Timothy Hutton



2008 Amerikan yapımı filmde başrolde Wrong Turn / Korku Kapanı filmindeki üstün oyunculuk performansı ile izleyicisinden tam not alan güzel aktris Eliza Dushku ile Cary Elwes yer alıyor. Yönetmen ise Rob Schmidt. Gerçek bir hikayeden uyarlanan - ya da uyarlandığı söylenen - filmde küçük kızlara tecavüz ve cinayet olayları ile onların peşindeki şizofren bir kadın polisin hikayesi yer alıyor. Daha önce yine Korku Kapanı filmiyle tanıdığım yönetmenin ismini duyunca heyecanla izlemek istediğim film açıkçası bende hayal kırıklığı yarattı.


Eliza Dushku’nın öldürülen küçük kızların sırlarla dolu cinayetlerini kimin işlediğini bulmaya çalışan bir polis memurunu canlandırdığı film, senaryo açısından vasatın altında kalmış ve nedense sürükleyicilik açısından da beklentileri karşılayamıyor. Meltem Cumbul’un da küçük bir rolde karşımıza çıktığı filmin finali ise tam bir hayal kırıklığı.


Son 15 yılda Bone Collector / Kemik Koleksiyoncusu, Se7en / Yedi, Silence of the Lambs / Kuzuların Sessizliği, Copycat / Kopya Cinayetler, Stir of Echoes / Gaipten Sesler vb. gibi bu tarzın çok iyi filmlerini izledikten sonra insan artık en az bunlar kadar kaliteli, izleyiciyi gerip meraklandıracak, temposu ile nefesimizi kesecek yapımlar beklerken maalesef sıradan filmler ve senaryolar karşımıza çıkıyor.


http://www.www.alphabetkiller.com



Kaynak: devilboy >>