Search for semum | Korku Filmleri

|

Konu: 27 yaşındaki Canan ve kocası Volkan yeni aldıkları büyük bir eve taşınırlar. Her şey çok iyi giderken bir gün sebebini bilmediğimiz bir şekilde Canan’a garip şeyler olmaya başlar. Canan yavaş yavaş başka bir varlığa, kendisine hükmetmeye başlayan bir yaratığa dönüşmeye başlar. SEMUM denen bu korkunç yaratıkların hakimiyetine giren Canan neden hedef olarak seçilmiştir?

Semum nedir?

İslam inancına göre insanlar kuru bir çamurdan yaratıldı ve insanoğlu yaratılmadan önce dünya üzerinde yaşayan bir takım yaratıklar vardı. Bu yaratıklar kızgın ateşin dumansız alevinden yaratılmış ve daha sonra korkunç bir zehirle birleştirilerek SEMUM halini almışlardır. İnsanlar dünya üzerine geldikten sonra başta şeytan olmak üzere bazı SEMUM’lar insanları kıskanıp onlara türlü kötülükler yapmaya başlamış. Kısacası SEMUM, insanın tüm gözeneklerine kadar girip onları zehirleyen çok tehlikeli bir yaratıktır. Her an herkese saldırabilecek, çok hızlı hareket eden, zehirleyici SEMUM’lar bazı durumlarda asla geri dönmez, içine girdiği insana cehennem gibi bir hayat yaşatır.




Korku Filmleri Yorumu: Bilindiği üzere Hasan Karacadağ j-horror ekolünden beslenen bir yönetmen. İlk filmi Dabbe, Kiyoshi Kurosawa’nın Pulse (Kairo) filminin bir yeniden yapımıydı. Bu ikinci filmde ise yüzünü batıya çevirmiş ve batılı korku sinemasının dinsel motifli exorcism örneklerini kendine konu edinmiş. Ancak bunu yaparken arka plandaki j-horror beslemesinden de feragat etmemiş. Ortaya şaşılacak biçimde kendine güveni olan özgün sayılabilecek bir sentez çıkmış. Sentez, batı ekolünün exorcism konusunu j-horror sinemasının görsel ekspozisyon merkezli jigoku (cehennem) örnekleri ile bir araya getiriyor. Bu gerçekten de şaşırtıcı bir karışım.

Etkileyici diyebilmek ise çok zor. Amaç korkmak ise besbelli ki yanlış yerdesiniz. Yine Dabbe’de olduğu gibi son derece kötü yazılmış, komik diyaloglar ve kötü - başıboş oyunculuklar filmi berbat ediyor. Kimi zaman son derece iyi kareleme tercihlerine karşılık kimi zaman da sahnedeki gerilimin hakkını veremeyen çekimler ortaya çıkıyor. Bazı sahnelerinde yönetmen Karacadağ’ın gerçekten de japon korku sinemasını yalayıp yuttuğu sonucuna ulaşabiliyoruz. Kesin olarak bildiğimiz, yönetmenin son derece iyi bir ilk hareket noktasına, ve doğru başlangıç enerjisine sahip olduğu. Bu sonucu, filmin içindeki sayısız detaydan çıkarabilmek olanaklı. Buna karşılık ortaya çıkan bitmiş sonuca bakıldığında, üretimin ilk enerjinin onda birini bile yansıtamadığı çok açık.

Filmin ortaya koyduğu senteze hadi diyelim ki özgündür dedik: bunun faydası nerede saklıdır? Exorcism motifi aslında içsel - bireysel - aile korkusu - aile içi korkuyu dört duvar arasında ele alan bir alt anlatım biçimidir. Buna karşılık japon Noh ve özellikle Kabuki geleneklerine dayanan Jigoku örnekleri tamamen teşhire dayalıdır. Filmin bu iki zıt biçim arasındaki dengeyi, ağırlık payesini J tarafına kaydırarak ve “dengesizlikle” geçirdiğini görüyoruz. Öyle ki exorcism içsel bir gerilim enerjisi üzerinde beslendiği halde, her detayına kadar gösterilen semum yaratığı ile bu dengesizlik zaten filmin kurulum safasından itibaren açık ediliyor.

Filmin en çok keyif aldığım bölümleri filmin tamamen Jigokuya kaydığı, dolayısıyla dengesizliğin ortadan kalktığı son bölümleriydi. Bu ortalama izleyiciye garip gelebilir, çünkü cehennemin aktarıldığı, tamamen görsel efekt ve bilgisayar görselleri üzerine kurulu bu sahneler teknik kapasite anlamında yetersizdiler. Ama Türk sinemasında da birilerinin bu anlamda bir vizyonunun olduğunu, ne bileyim birilerinin oturup çeşit çeşit cehennem zebanisi formu tasarladığını düşünmek eğlenceliydi. Ayrıca film yamalı exorcism anlatısını bi kenara bırakıp, daha direkt, daha net, demek istediğini nihayet der, tam Jigoku geleneğine uygun o son, aşırı basit ahlakçı ve tinsel mesajına gelir kıvamdaydı bu anlarda. Bu sebepten de olabilir.

Karacadağ’da J-Horror biçiminde kaldığı sürece belli anlamda bir potansiyel var. Bu anlamda Türk korku sinemasını batı yerine, Türk korku kültürüne daha uygun doğru mecralara - doğuya yönlendirdiği için de hatta önemli vizyona sahip olduğunu düşünüyorum. Ancak bu filmde bahsettiğim üzere sıkıntılı bir zıtlık var ve film odaklayamadığı vizörü ölçüsünde geriliminden ve korkusundan kayıplar veriyor. Korku filmi izlemek ve karşılığında korkmak isteyenler için iyi tercih değil. Kötü film izlemek ve bundan keyif almak kapasitesine haiz bireyler için ise kaçırılmaması gereken bir seyirlik.

Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Gerçek Türk Korku Filmi budur! Arada kalmışlığı ile, tıpkı Türkiye gibi, bizim kültürümüz gibi, batı ve doğu gelenekleri-kültürleri arasındaki sıkışmışlığı ve gitgelleri ile bu film Türk korku sinemasının gerçek enerjisini yansıtmaktadır. Ve kanımca, ne batı tarzı içsel - bireysel gerilimler ne de doğu tarzı hükmedici toplumsal korkular yakalamak anlamında tam anlamıyla seferber olabilen, boynu bükük arada kalmış korku sinemamızın başarısızlığı ile ilgili de önemli yapısal ipuçları vermektedir.

Gökhan Toka

0 yorum: